BEREKET

YOLCUNUN YOLDAŞIYDI BEREKET

Sevgili yoldaşım…

Olmazları olduran, dolmazları coşturan, uzağı yakın, yakını kolay kılan, mayasında kabul, iman, teslimiyet barındıran bir sır bildim…Derininde Rabbinin sürpriz lütuflarını saklayan…Hazine dolu bir sandık…Anahtarı sadece kalpte taşınan…Onunla var olan tam, onsuz var olan yarım eksik…

Hatırladın mı?

Yolcunun azığı, yolcunun yoldaşıydı bereket…

Sevgili yoldaşım…

Kucaklayamadığımız hakikatlerimizin peşimizi bırakmadığı bir yolculuktayız…

Hem arayıp hem de aradığımızdan kaçtığımızın farkında mıyız?

Nasıl gerçekleşecek aradığımız buluşmalar kaçışlarımızın içinde…

Hani hakikatin de hakikati var demiştik, bulduk ama ya kucaklayamıyorsak demiştik. Arayıp bulmak değil, bulup kucaklamak, sahip çıkmak hakikatin de hakikati demiştik…

Nasıl sahip çıkacağız avucumuzdaki hazineye…

Hazinesini kucaklayamayıp hakikatinin bereketinden uzak hayatlar mı düşecek payımıza?

Gel bak kim var burada…

İşte şurada duranı görüyor musun?

 Biraz önce yıllardır dua ettiği şey karşısında onunla kucaklaşmak için durdu fakat o ben kabul edemem dedi. Neden dediler?  ‘’Çünkü o sadece onu taşıyabilenlere layık…Ben taşıyamam ki? ‘’

Ama hep istiyordun dediler…Sana lütuf olarak veriliyor, al bu senin…

‘’- Ben istedim, yine isterim ama o çok özel, ben nasıl bu kadar özele sahip olabilirim ki’’…

Peki bak şurada duranı görüyor musun?

O da hep istedi, çok istedi fakat buluşma vaktinde kimler ister denilince utandı, çekindi ‘’ben, ben istiyorum’’ diyemedi…Bekledi, bekledi fakat sonra boynunu büktü, artık hiçbir şey istemiyorum dedi küstü kendine…

Birine avucunu aç koyacağız dediler, diğerine var mı isteyen…İkisi de kendini ona layık görüp avuç açıp, ben istiyorum diyemedi…

Hem arıyoruz hem kaçıyoruz…Korkuyoruz buluşunca ben demekten…Korkuyoruz nefisle olan savaşı benlikle kaybetmekten…

Üftade Hz. bir kış günü canının üzüm çektiğinden bahsediyor. Talebeleri ‘’Üstadım bu kış günü keşke olsa da size getirsek, ama bu mevsimde üzüm bulunmaz, biz akşam kuru üzüm size hazırlarız ‘’ diyorlar…Aziz Mahmud Hüdai Hz. leri ise, Üstadım istedi ise belki bulunur diyerek yola çıkıyor, kar yağmış bağların arasında üzüm salkımı arıyor…

Kış günü kar kaplamış bir bağın ortasındaki kuru dallarda, karların arasından aradığı salkımı buluyor ve akşam Üstadına karlı bir kış gününde yaş üzüm salkımı ikram ediyor…

Hüdai Hz. leri ‘’bana mı Allah lütfedecek, ben kim ki ‘’diyerek yola çıkmasaydı, kış günündeki üzüm bereketine nail olur muydu?

Ya da ‘’ben bulurum, olmazlar olur benim için’’ diyerek yola çıksaydı üzüme kavuşur muydu?

Allah’a güvenip yola çıkma gayreti bir uçta, kendine güvenip rızayı kaybetme diğer uçta…

Ben Rabbime teslim olup yola gayretle çıksam da buluştuğumda ya diğer uçtaysam diye korkarak elindekini bırakan…

Ben, bana neden verilsin ki diyerek Rabbinin lütfunu görmezden gelen, Kâinat Hakim’inin hediyesini kabul etmeyen, içindeki değersizliğin içinde kocaman bir kibir barındıran…

Kibirden korkup kaçıp, içimdeki gizli kibre yakalanan…

Çıkamadığım kuyum…Bir tarafım yok burada, her taraf kuyu…

Kibirden kaçıp hiç olmak isterken, Padişah-ı Ezelin ikramlarını görmeyi dahi kabul edemeyen, sırt çeviren bir ben kuyusuna, üzüme kavuşturacak gayret yorgunu, Rabbiyle buluşturacak güven yoksunu bir ben kuyusuna düşmüşüm…

Üzüm salkımını kuşağına yerleştirmiş Üstadına getirirken Mahmud Hüdai’yi, düştüğü kuyudan Hızır tutup çıkarmıştı. Kuyumdan çıkaracak bir Hızır eline nasıl muhtacım…

Sevgili yoldaşım…

Seninle yolculuğumuzda nice bereketlere şahit olmuştuk…

Hatırlıyor musun, seninle uğradığımız bahçeler yeşermişti, çünkü inanmıştık, Rabbin lütfuna açmıştık kalplerimizi…Bana neden bu güzellik dememiştik, Kerim Rabbimizin nimeti olarak kabul etmiş, şükürle kucaklamıştık…Yolumuz bereketlenmişti…

Seninle uzanan ellerimiz üzümlerle dolmuştu, çünkü O’na inanarak gayretle yola çıkmıştık.

Neden olmasın ki demiştik hep…Biz yola çıkalım, dilerse olur…

Eğer yolculuğumuz karşımıza lütuf olarak çıktığında, kabul edemeseydik, ‘’ neden bana verilsin ki ‘’ deseydik ne hikayelerimiz olacaktı ne de hayatımızdaki Özel ve Güzeller…

Özel ve Güzele uğradığımızda nasıl böyle bir güzel bilinmez, nasıl değer verilmez demiştik hatırlar mısın?

Özel ve Güzel bize değerin hakikatini de anlatmıştı o gün halbuki…

Değer dıştan verilen değil, içten kabullenilenmiş…Dıştaki binlercesi görmediği halde O Özel ve Güzeldi Hak katında…Biz görmedik bunca yıl diye değeri kaybolmadı, birileri ondan mahrum kaldı diye değeri eksilmedi…O’na Rabbin verdiği bir değer vardı ve O da bu değerle,’’ bana niye nasip olsun, ben kimim ki ‘’dememiş, O’na inanarak, Rabbinin rızası için kutsi bir müjdeye nail olma ümidiyle yola çıkmıştı. Ve yola çıkmanın, yolda olmanın en büyük değer olduğunun dersini veriyordu hala, bir yol üzerinde durarak…

Aziz Mahmud Hüdai’inin o akşam getirdiği üzüm, olmazları olduracak kadar Rabbine olan imanı ve gayretinin meyvesi idi.

Rabbin katındaki değeri, hiçliğin içindeki hazineyi kucaklayıştı…

‘’İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder’’ hakikatiyle buluşmaktı Üstadın tabiriyle…

Rabbinin nimetlerini kucaklamaktan aciz bırakan hiçlik değil, şükürle baş tacı ediş vardı bu hiçlik sultanlığında…

Bir şey vardı içimde hep eksik hissettiren, bir şey vardı her şey tam ama doldurmayan…

Elimde tutup kucaklatmayan…Her şeye sahip ama hiçbir şeye sahip değil gibi hissettiren…Bereketten mahrum hissettiren…

Anladım ki, bana verilenleri kibre düşmekten korkarak sahiplenip kucaklayamıyorum ya da yola çıksam da yolda şüpheye düşüyorum…

Birinde değersizliğin içinde hiçlik arıyorum, Rabbimin bana verdiği en büyük değeri yokluktan hayat sahibi kılışını görmezden gelerek…

Diğerinde Yaratanın bunların hepsini hikmetsiz ve başıboş yaratmış olacağı vehmine kapılıyorum yoldaki şüphemle…

Affet Rabbim…Senin bize verdiğin değeri göremeyip, benim için yarattığın elime, koluma, gözüme, kaşıma, yemeğime, evime, aileme, sevdiklerime bakmaksızın dışarıda başka yerlerden beklediğim, başka yerlerde değer aradığım için…

Affet Rabbim, vazifemin yola çıkıp gayret etmek olduğunu unutup üzümün bana verilip verilmeyeceği derdine düştüğüm için…Kabullenişlerimi, kucaklayışlarımı bana ve onlara verdiğin değerle sahiplenemeyişim için…

Senin bana verdiğin değerle yola çıkmaya niyet ediyorum Rabbim…Senin değer verdiklerine benim de en güzel değeri verebilmem için, bu değerli kucaklaşmaları kalbim ve yüreğimle yapabilmem için beni nefsime bırakma…

Bereketin bu değerli kucaklayışta olduğunu öğrendim…

Sen bu yolda Hira’sına sığınanlara Hatice’n gibi yoldaşlar lütfeyle…Bizi en değerlilerin ile nice Özel ve Güzellerin ile destekle…

Sevgili yoldaşım, Hızır eli gibi ellerimiz bereketlendirsin yolumuzu da yolculuklarımızı da yola çıkan her yolcuyu da…

Hüdai yolu gibi açılsın yollarımız bereketle…

HİRA**

“BEREKET” için 1 yorum

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top