-Ne düşünüyorsun?
-Kaybettiklerimi…
-Kaybettiklerini mi, kaybettiğini sandıklarını mı?
-Zandan ötesi değil mi kaybetmek? Elimden çıkıp giden, ayrılan şeyler var…Zamanım, yıllarım mesela…
-Tırtıl kozasını mı kaybetti yoksa kanatlarını mı kazandı?
-Her zaman kazanırsın mı diyorsun?
-Kaybettiğini sandıklarının, sana neler kazandırdıklarını fark ettiğinde, her zaman kazanırsın…Kozandan çıkarken kanatlarını fark edersen, sana bahşedilen uçmayı fark edersen her zaman kazanırsın…Seni kendinle buluşturan kozaya teşekkürden vazgeçme fakat kanatlarını çırparak eşsiz vadilerdeki çiçeklerle buluşmaktan da vazgeçme…
-Hayatta bazen istediğimiz şeyler elimizden kayıp gitmiş gibi gözükse de her zaman daha iyisi veriliyor o halde…
-İsyan bayraklarını kaldırmak yerine biraz bekleyip sabredince…
-Ya kaybettiğimizi sandığımız bizim için çok önemli ise sabretmek zorlayıcı olmaz mı?
-’’Allah iman edenlerin velisidir; onları karanlıktan aydınlığa çıkarır’’ ayetini biliyor musun?
Sabır zorluyor haklısın…Fakat hangi aydınlığa çıkacağım acaba bu karanlıktan diyerek sabredince, beklediğin bir aydınlık olunca hafifliyor zorluklar…Kozaya değil seni bekleyen eşsiz vadilerde yol almaya, gecenin içindeki karanlığa değil, arkasından doğacak güneşe yüzünü dönünce sabretmek kolaylaşıyor…
-Bazen o aydınlık hiç gelmeyecek gibi geliyor, aydınlığı beklemek de zor…
– İçinde taşıdığın bir emanet gibi değil mi, nereye gitsen seninle ne onunla ne onsuz…
-Evet, bazen sanki bıraktığımı düşünsem de o emaneti, zaten gelmeyecek desem de içimde bir kıpırtı beni gıdıklıyor, ben gitmedim buradayım diyor, bıraktığımı sansam da bırakamadığım bir emanet gibi…
-O halde biz onu bıraksak da bizi bırakmak istemeyen içimizdeki tırtılda, kelebek olmanın heyecanında olmasın?
-O zaman engeller, aydınlık hedefimize daha da mı yaklaştırmalı…
-Engel de hedefe giden yoldaki bir çetrefil… Yani yoldan vazgeçmek değil çetrefili çözmek lazım…Gülü elimize aldığımızda, batan dikenin gülün güzelliğini değiştirmemesi gibi… Gülden vazgeçmek değil dikenini eline batırmamanın yolunu bulmalı…
Aydınlığa doğru yüzümüzü çevirdiğimizde engeller çıkabilir ne kadar yoldan eminiz ne kadar istiyoruz gülü koklamayı… İçindeki tırtıl kelebek olmak için ne kadar net bir duruş sergiliyor? Bunu sormalıyız kendimize…
-Kaybettiğimizi sandıklarımızın kazandırdığı kanatlar için beklemek güzelleşti sanki…Hatta gülü koklamak için dikeni elime batırıp kanatmaya da gerek olmayabilir, çetrefilin ne kadar farkındaysam o kadar hassas dokunuşlar yapabilirim…
-Gönül bahçemize ektiklerimizi tanır ve bilirsek neden olmasın…Bu yeşeren hangi tohum bilirsek, dikkatli olabiliriz…
– Biliyor musun ilk defa beklemenin nasıl bir şey olduğunu tadarak bekliyorum…Benim içimde bir tırtıl var kelebek olmak isteyen…İlk defa öğrenerek bekliyorum…
-Biliyor musun benim de içimde bir tırtıl var kelebek olmak isteyen…Ben de ilk defa beklemeyi öğrenerek bekliyorum…
-Ne kadar istiyorsun ne kadar netsin?
-Hz. Hatice Validemizin Hira’yı beklediği kadar netim…
-Ben de Hz. Hatice Validemiz ’in Hira’dan gelecek muştuyu beklediği kadar netim…
-Sabredenler kazanır, o halde ara ara içimizi gıdıklayan tırtılı da kucaklayalım mı? Beklemeye de kucak açalım mı?
-İçimizdeki tırtılı da kanatlanıp konacağı çiçekleri de dokunduğu omuzları da hepsini kucaklayalım…
-Vakit ilerlemiş. Ne dersin artık içeri girelim mi?
-Evet, çok soğukmuş, üşüdük.
-Benimle birlikte üşüdüğün için teşekkür ederim…
-Ben teşekkür ederim, dışarıda üşüyerek öğrendiğimiz, içimizdeki sıcak bahçemizin tırtılı için…
-Tırtılın kelebeğe dönüşünce haber verir misin?…
-Tırtılım kanat çırptığında, senin de tırtılın kanat çırpıyor olacak…